Eskiden savaşlar tankla, tüfekle, uçakla yapılırdı. Şimdi ise savaş; görünmeyen silahlarla, iklim mühendisliğiyle, uydularla, yapay depremlerle, yangınlarla yürütülüyor.
Ülkemiz, tarihinin belki de en ağır saldırısı altında. Ne yazık ki bu saldırı; ne dışarıdan geliyor, ne de yalnızca doğanın bir azabı. Bu yangınlar “doğal afet” değil. Bu yangınlar planlı, organize, yönetilen bir savaşın parçasıdır. Ama karşısında bir ordu yok. Karşısında köylü var, işçi var, kadınlar var, çocuklar var. Karşısında halk var. Ve bu savaşta, ormanlar cephe hattı. Ağaçlar kurşun yerine yanıyor.
Hayvanlar, çocuklar gibi çaresizce kaçıyor. Su yok, gölge yok, umut yok. Çünkü bu savaşın amacı, doğayı yok etmek değil sadece; insanı da yok etmek.
Devlet, bu savaşta halkın değil, sermayenin yanında saf tutmuş durumda. Yangınların başladığı anı hatırlayalım. Ne bir müdahale, ne bir hazırlık, ne de bir koordinasyon vardı. Yangına ilk müdahale tam 6 saat sonra yapıldı. O süre zarfında ormanlar yanmadı sadece; vicdanlarımız da yandı. Halk yardım etmek istedi, traktörleriyle, kürekleriyle, su bidonlarıyla yangına koştu. Ama yollar kesildi, araçlar durduruldu, gönüllüler geri çevrildi. Bu koordinasyonsuzluk değil, bu düpedüz engellemedir. Devlet, kendi halkına yardım etmesin diye barikat kurdu.
Bu yangınların gökyüzüyle bağı yok mu sanıyorsunuz? Neden bulutlar varken bir damla yağmur düşmez? Neden nem oranı sıfıra çekilir? Gökyüzünde kol gezen Starlink uyduları sadece internet için mi orada? Hayır! Bu bir bilim kurgu değil. Bu, iklim mühendisliğinin karanlık yüzü. Havanın, yağmurun, kuraklığın bir silaha dönüştürülmesi. Ve tam bu zamanlamayla Meclis’ten “İklim Yasası” geçiriliyor. İklimi koruyacaklarını söyleyerek, toprağı, suyu, havayı sermayeye devrediyorlar. Göstermelik yeşil politikalarla ülkenin doğal varlıklarını çok uluslu şirketlerin önüne kırmızı halı seriyorlar. Yangınlar, bu yasanın altlığını oluşturuyor. “Bakın ne hale geldik” diyerek, kendi çıkardıkları yangını gerekçe gösteriyorlar.
Peki ya tarım? Tarım yakılıyor, tarlalar kurutuluyor, hayvancılık bitiriliyor. Yerli tohum yasaklanıyor, gıda dışa bağımlı hale getiriliyor. Açlık planlanıyor, yoksulluk organize ediliyor. Bu bir savaş! Aç bırakılarak yönetilen bir halk yaratılmak isteniyor. Ve tüm bunlar olurken Meclis tatilde! Yangınlar, seller, depremler halkı ezerken milletvekilleri yazlıklarında, otellerde. Ne bir soru önergesi, ne bir istifa. Çünkü onlar için yanacak orman kalmadı; onlar için önemli olan yangından kalan arsalar.
Bu sistem artık yakarak yönetiyor. Önce ormanı yakıyor, sonra imara açıyor. Önce tarımı kurutuyor, sonra ithalata zorluyor. Önce halkı korkutuyor, sonra yasa geçiriyor. Önce yoksullaştırıyor, sonra sadaka veriyor. Ama bilsinler ki! Bu halk susmaz. Bu halk teslim olmaz. Bu halk, her zulmü hafızasına kazır ve bir gün mutlaka hesabını sorar.
Bu yangın bir savaşsa, biz halk tarafındayız. Ve bu halk, bir gün bu yangının küllerinden doğacak.
“Bu çağın Kerbelası ormanlarda, toprakta, suda kuruludur.
Biz mazlumun tarafıyız, biz Hakk’ın yolunda, dağda, ağaçta, gökyüzündeyiz!”

