Şubat ayı, takvimde sadece 28 gün ama bizim için bir asır kadar uzun. İki yıl önce, 6 Şubat’ta, gece yarısına doğru uykular bölündü, yürekler parçalandı. Kahramanmaraş merkezli depremler, 11 ilde büyük yıkım yarattı. Binlerce bina saniyeler içinde yerle bir oldu, on binlerce insan enkaz altında kaldı. Günler boyunca bir enkazın başında umutla bekleyenlerin, sesini duyurmaya çalışanların, soğukta bir battaniyeye sarılıp çaresizce sabahlayanların acısı hepimizin hafızasına kazındı.
Depremin ardından her felakette olduğu gibi yine aynı sorular soruldu. Bunca yıldır toplanan vergiler nereye gitti? Neden yollar kapandı, neden koordinasyon sağlanamadı? AFAD neden gecikti, askere neden hemen emir verilmedi? Ama bu sorulara verilecek cevap yoktu. Çünkü ortada bir doğal afetin ötesinde, bir yönetim krizi vardı. Türkiye, deprem bölgesi olduğunu bile bile yıllarca önlem almadı, felaketi önlemek yerine, yaşandığında üzerine ağıt yakmayı tercih etti.
Depremin ilk saatleri altın değerindeydi. Enkaz altındaki insanların kurtarılması için zamanla yarışılması gerekiyordu. Ama ne oldu? Devlet yetişmedi. İnsanlar, donarak, susuzluktan, havasızlıktan öldü. “Sesimi duyan var mı?” diye haykıranlara ilk cevap, saatler sonra ve çoğu zaman çok geç geldi.
O zor günlerde halk, kendi yarasını kendisi sarmaya çalıştı. Türkiye’nin dört bir yanından gelen gönüllüler, kendi imkanlarıyla arama kurtarma çalışmalarına katıldı. Depremzedelere yemek, su, kıyafet göndermek için seferber oldular. Ama yine de yetmedi, yetemezdi. Çünkü devletin yapması gerekeni, halk kendi gücüyle yapamazdı.
Sadece insanlar değil, duygular da enkaz altında kaldı. Eşiyle, çocuğuyla, annesiyle, babasıyla vedalaşamadan ayrılanlar. Gözleri enkaza çevrilmiş, kurtarılmasını beklediği sevdiklerine ulaşamayanlar. Gecikmiş yardımlar yüzünden elleriyle enkaz kazıyan çaresiz insanlar. Bu hikayelerin her biri, bu ülkenin utancına yazıldı.
Deprem sadece o an yaşanan bir felaket değildir, etkileri yıllarca sürer. Enkazdan sağ çıkanlar için hayat devam etmiyor; onlar için zaman, 6 Şubat’ta durdu. Kimi evini, işini, yaşadığı şehri kaybetti; kimi aile fertlerini, çocuklarını, arkadaşlarını yitirdi. Ama kayıpları sadece canlarla sınırlı değil.
Bugün, aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen hala konteyner kentlerde yaşayan, insanca yaşam şartlarından mahrum bırakılan insanlar var. Kiralar fahiş fiyatlara ulaştı, yeni konutlar ya eksik teslim edildi ya da hiç yapılmadı. “Size ev yapacağız” diyenler, kameralar karşısında söz verip kameralar kapandığında unuttular. Depremzedeler için açılan bağış kampanyalarının paraları nereye gitti, bilinmiyor.
Bu ülkede hafızası olan herkes şunu çok iyi biliyor. Deprem öldürmez, ihmal öldürür. Bilim insanları yıllardır bu bölge için uyardı, raporlar hazırlandı, çözümler önerildi. Ama rant uğruna hiçbir önlem alınmadı.
Hatırlamak, Unutmamak, Unutturmamak
Bugün, 6 Şubat 2025 Aradan iki yıl geçti ama acı taptaze. Hala enkazın kokusunu duyar gibi oluyoruz, hala o çaresiz çığlıklar kulaklarımızda yankılanıyor. Kaybettiklerimizi saygıyla anıyor, geride kalanların mücadelesine tanıklık ediyoruz.
Bu felaketi sadece bir doğal afet olarak görmemeliyiz; bu, aynı zamanda bir yönetim kriziydi, bir ihmalin, bir umursamazlığın sonucuydu. Eğer bu gerçekleri konuşmazsak, hesap sormazsak, gelecekteki felaketlerde yine yalnız bırakılacağız.
Bugün biz, Hakk’a yürüyen canları anıyoruz. Onları unutmamak, anılarını yaşatmak bizim borcumuz. Bu acıyı yaşayanlar bilir ki, yitirdiğimiz her can, yolun ışığıdır. Düşkünlere inat, hakikat erenlerinin izinde, mazlumun yanında, zalimin karşısında olmaya devam edeceğiz.
Aşk ile… Bir olalım, iri olalım, diri olalım!