Savaşlar; sadece cephelerde, silahlarla değil, bazen de toplantı odalarında sessizce kazanılır. 12 Haziran 1940 tarihi, Türk diplomasi tarihinde böyle bir dönüm noktasıdır. O gün, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün başkanlığında Ankara’da yapılan bir toplantıda Türkiye, belki de en büyük zaferlerinden birini kazandı: Savaş dışı kalma kararı alındı.
O günlerde dünya yanıyordu. Adolf Hitler’in orduları Avrupa’yı bir yangın gibi sararken, Mussolini de İtalya’yı savaşa sokmuştu. Türkiye ise daha 20 yıl önce, Kurtuluş Savaşı ile küllerinden doğmuş, sancılı bir yeniden yapılanma sürecindeydi. Üstelik sanayi altyapısı sınırlıydı, ekonomik kaynaklar kıttı, ordunun modernizasyonu henüz tamamlanmamıştı.
İnönü’nün ve arkadaşlarının karşısında sadece tarih değil, diplomasi de dimdik duruyordu. 1939’da İngiltere ve Fransa ile yapılan Karşılıklı Yardım Antlaşması, Türkiye’yi Mihver bloğuna karşı bir denge unsuru yapmıştı. Ancak bu antlaşma bir “savaşa gir” çağrısı değil, bir “dengeyi koru” mesajıydı. Ve Türkiye bu mesajı doğru okudu.
12 Haziran 1940’ta alınan karar, bir çekilme değil; bir irade beyanıydı. “Bu savaş bizim savaşımız değil” diyebilme cesaretiydi. Ne Batı’nın, ne Doğu’nun safına geçmeden; Anadolu’nun merkezinden akıl, soğukkanlılık ve stratejiyle konuşan bir devlet aklıydı bu. Kimileri bu kararı “çekingenlik” olarak yorumladı. Ama bugün geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki, bu tarafsızlık politikası sayesinde Türkiye büyük bir felaketin dışında kaldı.
İsmet İnönü’nün meşhur “Bir büyük savaşın dışında kalmak da bir zaferdir” sözü, bu dönemin özetidir aslında. Bu söz, yalnızca bir savunma değil; bir vizyonun ifadesidir. Çünkü barış, bazen savaşmaktan daha zor elde edilir. Hele ki dünya savaşırken, ayakta durmak cesaret ister.
Bugün içinde bulunduğumuz coğrafyada, hâlâ barışa ve akla ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu düşündükçe, 12 Haziran 1940’ın anlamı daha da büyüyor. Savaş dışı kalmak; silahsız ama onurlu bir mücadeleyi tercih etmek demektir. Ve belki de tarih, en çok böyle kararları hatırlamalıdır.