Aykut Teker
  1. haberler
  2. Yazarlar
  3. Yazılar
  4. YENİ KURULAN PARTİLER NEDEN BAŞARILI OLAMAZ?

YENİ KURULAN PARTİLER NEDEN BAŞARILI OLAMAZ?

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Türkiye’nin çok partili siyasi hayatı, 1946 yılından bu yana bir bakıma yenilenme denemelerinin tarihidir. Her dönemde, mevcut partilerden ayrılan siyasetçiler ya da gruplar “daha doğru bir yol”, “Daha temiz bir siyaset” arayışıyla yola çıkmış, kimi zamanda kişisel kırgınlıklar ve örgütsel anlaşmazlıklar bu ayrılığı hızlandırmıştır. Ancak, umutla başlayan bu girişimlerin neredeyse tamamı seçmen nezdinde kalıcı bir karşılık bulamadan kısa sürede tarihe karışmıştır.

Siyaset bilimi açısından bu durumun birkaç temel nedeni vardır. Türkiye’de seçmen davranışı, sadece rasyonel çıkar hesaplarıyla değil, aynı zamanda aidiyet, kimlik ve tarihsel hafızaya dayanır. Seçmen, köklü partileri bir ideolojik sığınak olarak görür. Dolayısıyla, o partiden koparak yeni bir parti kurmak, seçmen açısından yalnızca bir tabela değişikliğidir; duygusal bağın yönünü değiştirmez.

Demokrat parti içinden ayrılan ve 1955 yılında kurulan Hürriyet Partisi, bu durumun erken örneklerinden biridir. Kurucuları arasında Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Ekrem Hayri Üstündağ gibi isimler vardır. Partinin özgürlükçü iddialarına rağmen halk onu “Demokrat Partinin iç muhalefeti” olarak görmüş, 1957 yılında yapılan seçimlerde yüzde 3,5 oy alan parti, kısa süre sonra CHP’ye katılarak tarih sahnesinden çekilmiştir.

CHP’den koparak 1967 yılında kurulan Güven Partisi ise Kemal Satır öncülüğünde bir grup tarafından “ortanın solu” politikasına tepki olarak kurulmuş, ama seçmen gözünde bir fikir ayrılığından çok, kişisel kırgınlık ve parti içi hizipleşme olarak algılanmıştır. 1969 seçimlerinde yüzde 6,6 oy alarak 15 milletvekili kazanmasına rağmen, birkaç yıl içinde etkisini kaybetmiş, 1973 seçimlerinde oy oranı yüzde 1,1’e düşmüştür. Güven Partisi, CHP’nin sosyal demokrat dönüşümünü engelleyememiş ve 1977 yılında dağılmıştır.

1980 sonrası dönemde Bülent Ecevit’in liderliğinde kurulan Demokrat Sol Parti (DSP), karizmatik bir liderin etkisiyle büyüyen ama kurumsallaşmayan bir başka örnektir. Ecevit’in kişisel itibarı ve o dönemdeki siyasi konjonktür ( Ecevit’in başbakanlık döneminde Abdullah Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi) DSP’yi 1999 yılında yüzde 22,2 oyla birinci parti konumuna getirmiştir. Ancak Ecevit’in siyasetten çekilmesiyle parti hızla çözülmüş, bugün ise siyaset sahnesinde yeterli varlık göstermeyerek yüzde 1’in altına oy alarak tabela partisine dönüşmüştür. Sonuç olarak; karizma kurumu ayakta tutamaz, lider giderse parti de gider söylemi siyaset biliminin klasik kuralını doğrulamıştır.

Yine 1980 sonrası merkez sağın iki büyük gücü Anavatan Partisi (ANAP) ve Doğruyol Partisi (DYP) 1990’larda birbirinden kopan kadroların kurduğu küçük partilerle zayıflamış, bu bölünmelerin neredeyse tamamı “biz daha gerçek merkez sağ partiyiz” iddiasında bulunmuşlardır. Ancak, halk bu iddialar arasında fark görmemiş, hepsini aynı yapının farklı tabelaları olarak algılamıştır.

Aynı tabana hitap eden, benzer kadrolarla kurulan partiler birbirini güçlendirmek yerine etkisizleştirmiş, merkez sağın çöküşü de bu iç parçalanmanın sonucunda oluşmuştur.

2000 yıllara gelindiğinde, kopuşlar yeni biçimler almaya başlamıştır. 2002 seçimleri öncesinde DSP’den ayrılan İsmail Cem, Kemal Derviş ve Hüsamettin Özkan’ın öncülüğünde kurulan Yeni Türkiye Partisi (YTP),  Reform ve Avrupa Birliği hedefleriyle yola çıkmış, ancak halk bu oluşumu “elit bir teknokrat hareketi” olarak görmüş, toplumun duygusal damarına dokunamayan partinin 3 Kasım 2002 erken genel seçimlerinde %1,15’lik oy oranıyla bir varlık gösterememesi üzerine partiden büyük kopuşlar olmuş, 2004 yerel seçimlerinde oylarının %0,25’e gerilemesi nedeniyle siyasi varlığını daha fazla devam ettirememiştir.  3 Ekim 2004’te İsmail Cem, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal‘ın yaptığı Yeni Türkiye Partisi’nin CHP’ye katılma çağrısını kabul ettiğini açıklayarak, 24 Ekim 2004’te de Ankara’da düzenlenen Yeni Türkiye Partisi Büyük Kongresi, Genel Başkan İsmail Cem’in önerisini kabul ederek 315 delegeden 303’ünün oyuyla CHP’ye katılma kararı alınmış ve parti meclise girmeden dağılmıştır. Buradan çıkarılacak sonuç; halk elitlerin ve teknokratların partisi yerine, kendinden olanın partisini tercih etmiş, toplumsal tabanı olmayan fikir partilerinin seçim tablosunda var olamayacağını göstermiştir.

Son yıllarda da CHP’den koparak kurulan hareketler de benzer kaderi paylaşmıştır. Muharrem İnce’nin 2021 yılında kurduğu Memleket Partisi, “gerçek muhalefet” söylemiyle doğmuş, fakat yapılan seçimlerde beklenen etkiyi gösterememiştir. İnce’nin sonrasında CHP’ye yakınlaşması, seçmenin aidiyetini koruduğunun bir göstergesidir.

Mustafa Sarıgül’ün Cumhuriyet Halk Partisi’nden ayrılarak kurduğu Türkiye Değişim Partisi (TDP) de başlangıçta umut yaratmasına rağmen, sonrasında varlığını sürdürememiş ve yeniden CHP’ye katılarak Genel Başkanı Mustafa Sarıgül Erzincan’dan milletvekili seçilmiştir.

Her iki partinin de örgütlenmede ve finansal alanda zorlandıkları ve toplumda karşılık bulmadıkları anlaşılmış, Bu durum, seçmenin ideolojik aidiyetini kolay kolay terk etmediğini ve kopuşun aslında geçici olduğunu ortaya koymuştur.

CHP’den ayrılarak ANA Parti’yi kuran Emine Ülker Tarhan girdiği ilk seçimde yüzde 0,06 oy alabildiği için seçimin hemen ardından partisini feshetmiştir. Yine CHP’den ayrılan ve Yaşar Nuri Öztürk tarafından kurulan Halkın Yükselişi Partisi de aynı kaderi yaşamıştır.

AKP’den ayrılan Ahmet Davutoğlu Gelecek, Ali Babacan DEVA partilerini kurarak  “demokratikleşme ve yeniden merkez” hedefiyle yola çıktılar, demokrasi ve ekonomi temaları etrafında söylemler geliştirdiler. Ancak seçmen gözünde, “geçmişle hesaplaşmadan yenilik iddiasında bulunmak” inandırıcı olmamış, toplum bu partileri “eskinin devamı ama farklı biçimi” olarak görmüştür. Geçmişle hesaplaşmadan geleceğe yürümek kolay olmadığını yapılan son seçimde verdiği oylarla göstermiştir.

Türk demokrasi tarihinde şimdiye kadar sadece CHP’den ayrılan grup tarafından kurulan Demokrat Parti (DP) ve Fazilet Partisi’nin kapatılmasının ardından bu partiden ayrılanların 14 Ağustos 2001 tarihinde  Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde kurduğu AK Parti başarı elde etmiştir. 1946 yılında yapılan seçimlerde Demokrat Parti listesinden 61 milletvekili meclise girmiş, 1950 seçimlerinde de yüzde 53,5 oy oranı ile 416 milletvekili çıkararak iktidar olmuştur. CHP ise yüzde 39,9 oy oranı ile ancak 69 milletvekili kazanabilmiştir. AK Partinin ise 2002 genel seçimlerde, birazda seçim sistemden de kaynaklı olarak yüzde 34,3 oy oranı ile 363 milletvekili çıkararak iktidara gelmiş ve halen iktidarını devam ettirmektedir.

Milliyetçi  Hareket  Partisi (MHP) içinde partinin lider kadrosu ile girilen mücadelenin kaybedilmesi ya da ideolojik olarak bazı küçük farklılaşmalar nedeniyle; bu partiden ayrılan Meral Akşener’in öncülüğünde bir grupla birlikte 25 Ekim 2017 tarihinde kurulan İYİ Parti’nin de;   En son 2023 genel seçiminde yüzde 9,69 oranında oy alarak 44 milletvekili kazandığı, bu sunucun başarılı olduğu kabul edilse de; Meral Akşener’in seçim sürecinde yaptığı hatalar nedeniyle eleştirilere maruz kalmış ve İyi Parti genel başkanlığından istifa etmiştir. İYİ Partiden seçilen milletvekillerinden 16’sının da partilerinden istifa ederek diğer partilere katılmalarının gelecek seçimlerde partinin kaderini ne şekilde etkileyeceği,  partinin varlığını sürdürmesi konusunda Genel Başkan Müsavat Dervişoğlu’nun büyük çabalarının da yetip yetmeyeceğini de zaman gösterecektir. 

            MHP den ayrılan ve sert bir ideolojik konumlanmaya sahip olan Büyük Birlik Partisi’nin (BBP) ise girdiği her seçimde yaklaşık yüzde 1 oranında oy almasına karşın, parlamento dışı muhalefet olarak varlığını sürdüre gelmiştir.

            Belirtilen istisnalar dışındaki diğer örnekler Türkiye siyasetinde yeni kurulan partilerin başarısızlıklarının ortak nedenlerini açıkça göstermektedir. Partiden ayrılan kadroların, çoğu zaman o partinin ideolojik mirasından tamamen kopamadığı, bu durumun seçmen gözünde çelişki yarattığı, yeni kurulan partiler genellikle lider merkezli yapılar olduğu, örgütlenme ve kadro derinliği yerine, kişisel güvene ve popülerliğe yaslandığı, liderin enerjisi tükenince, partilerin de tükenerek tarihe karıştığı sonucunu doğurmuştur.

Tüm bu bilgiler ışığında; son dönemde Cumhuriyet Halk Partisi’nde; parti içinde yer bulamayan, dışlandığını hisseden, kişisel kırgınlıkları ve öfkesi olan veya parti yönetiminin yönünü beğenmeyen bazı isimlerin yeni bir oluşum kurabileceği konuşulmaktadır. Ancak burada temel bir soruna işaret etmek gerekiyorsa, o da; yeni parti kurmak gerçekten çözüm mü? Yoksa muhalefetin gücünü bölen bir yanılsama mı?

Cumhuriyet Halk Partisi, sadece bir siyasi örgüt değil; Türkiye’nin modernleşme, laikleşme ve sosyal adalet mücadelesinin simgesidir. Bu nedenle CHP’den kopuşlar yalnızca parti içi meseleden öte, tarihsel bir kırılmadır.

Seçmen CHP’den kopan yeni bir partiye sempati duysa bile, bunu kendi evinden ayrılmak gibi algılar ve oy verme davranışını duygusal değil, koruyucu refleksle şekillendirir. Bu durum, sosyolojik olarak “parti aidiyeti” diye tanımlanır. Bir seçmen, bir partiye kimliksel bağlılık duyuyorsa, o partiden ayrılmak ihanet olarak algılanır. Bu nedenle CHP tabanında, lidere yönelik eleştiriler sert olabilir; ama partiden kopuş, büyük ölçüde reddedilir. Kısacası, CHP seçmeni liderden değil, partiden yanadır. Bu durum, kopan grupların kalıcı olmamasının temel bilimsel açıklamasıdır.

Elbette, CHP de mükemmel bir yapı değildir. Parti içi demokrasi zayıflıkları, delegasyon sistemi, liyakat tartışmaları, yerel örgütlerdeki “kapalı klikler”, gençlere ve kadınlara yeterli alanlar açılmaması gibi sorunlar vardır. Ancak bu yapısal sorunlar dışarıdan değil, içeriden mücadeleyle değişebilir. Eleştirenin, değiştiren olması gerekir. Parti içi sorunları çözmenin ve demokrasiyi savunmanın yolu, partiye sırt çevirmek yerine ona nefes olmaktır. Kurumsal değişim, kararlılıkla içeride kalıp mücadele edenlerin eseridir. Örneğin; Bülent Ecevit, CHP içinde kalarak “ortanın solu” mücadelesini kazanmış, bu mücadelede yeni bir parti kurmak gerekmemiştir.

CHP’den kopan her yeni parti, siyasetin matematiğinde iktidar blokuna hizmet eder. Çünkü Türkiye’deki seçim sistemi, küçük partileri cezalandırır, yüzde 7 barajının altında kalan her partinin aldığı oylar boşa gider ve bu da iktidar partisine doğrudan sandalye kazandırır.

Basit bir örnekle açıklayacak olursak; CHP yüzde 25 oy alırken, parti içinden kopan bir grup yüzde 5 oy alırsa; muhalefetin toplam oyu aynı kalsa bile, sistem gereği 15 -20 milletvekilinin iktidar partisine kayacağıdır. Bu durum, 1999 ve 2002 seçimlerinde yaşanmış, DSP, CHP ve YTP arasındaki bölünme AK Parti’ye tek başına iktidar yolunu açmıştır. Bugün de aynı hatanın tekrarlanması, tarihin tekerrür etmesi anlamına gelmektedir.

Parti içi kırgınlık yaşayan kadroların duygusal olarak “yeni bir başlangıç istemesi” anlaşılabilir. Ancak siyasette başarı, duygularla değil, soğukkanlı stratejiyle gelmektedir.

        Bir liderin partiden koparak yeni bir örgüt kurması, ilk aşamada adalet duygusunu tatmin eder ama uzun vadede yalnızlaştırır. Çünkü taban, yeni partiyi bölücü olarak değilse bile, zayıflatıcı olarak görür. Bu durum sadece Türkiye’de değil, dünya siyasetinde de böyledir. Örneğin; İngiltere’de İşçi Parti’sinden 1981 yılında ayrılan Sosyal Demokratik Parti, İtalya’da Hristiyan Demokratların bölünmesi, Yunanistan’da PASOK içinden çıkan küçük grupların hepsi aynı sonucu doğurmuş, ana akım partiler yaşamaya devam ederken kopanlar ise tarih olmuştur.

      CHP’den koparak yeni bir parti kurmak yerine, üyelerin önseçim hakkının genişletilmesi, kadın ve gençlik kotalarının etkin uygulanması, belediye başkanları ve milletvekili aday belirleme süreçlerinin şeffaflaşması, parti meclisi kararlarının tabanla paylaşılması, il ve ilçe örgütlerinde eğitim ve denetim sisteminin kurulması gibi mekanizmaların hayata geçirilmesi halinde kırgınlık yerini aidiyete bırakacaktır.

             Sonuç olarak;

        Türkiye’nin çok partili siyasal hayatına bakıldığında, bazı istisnalar hariç, hemen her yeni parti girişiminin aynı akıbetle sonuçlandığı görülür. Yüksek umutlarla başlayan hareketler, kısa sürede toplumsal karşılığını yetirir, örgütsel zemin bulamaz ya tarih olur veya yeniden geldikleri yerlere dönerler. Bu döngü, kişisel arayışların değil, siyasal kültürün sürekliliğinin bir sonucudur.

        Bir siyaset bilimci olarak şunu açıkça söylemek gerekir: Yeni bir parti kurmak, eski bir partiyi değiştirmekten her zaman daha kolaydır, ama kolay olan, doğru olan değildir. Siyaset, kırgınlıkla, öfke ve kısa vadeli hırslarla değil, kurumsal sabırla yapılır. Toplumlar, köklü yapılara güven duyar, çünkü o yapılar bir örgütten ziyade, aynı zamanda bir hafızadır. O hafıza bir halkın umutlarının, mücadelelerinin ve ideallerinin toplamıdır.

        Bu yüzden, bir partiden kopmak yalnızca bir tabelayı terk etmek değildir. Bir kültürü, bir belleği ve bir sürekliliği de terk etmektir. Tarih göstermiştir ki, Türkiye’de gerçek dönüşümler her zaman içeriden başlamıştır. Demokratikleşme adımları, partilerin bölünmesiyle değil, kendi içlerindeki yenilenme mücadeleleriyle güçlenmiştir.

       Bu günde aynı gerçek geçerlidir. Kırgınlıkla doğan hiçbir siyasi hareket uzun ömürlü olamaz. Çünkü öfke bir fikir değildir. Bir partiyi dönüştürmek zor, sancılı ama kalıcıdır. Yeni parti kurmak ise kolay, gürültülü ama geçicidir. Siyaset duygusal kopuşların değil, tarihsel inşaların alanıdır.

        Eğer bir ülkede değişim isteniyorsa, o değişim önce mevcut yapılar içinde cesur, ahlaklı ve ilkeli bir mücadeleyle başlamalıdır. Çünkü yeni olan her zaman başka bir tabela değil, eskisinin içinde yeşeren yeni bir bilinçtir.

        Gerçek yenilenme, yıkıp yeniden kurmak yerine, var olanı bilgiyle, sabırla ve inançla dönüştürmektir.

        Bir partiyi terk etmek, bir kültürü terk etmektir. Oysa siyaset, kültürlerin yavaş ama derin dönüşümüdür.

Kaynak ve Etik Not :

Bu makalede yer alan tarihsel veriler, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) arşivleri, TBMM kayıtları ve kamuya açık basın kaynaklarından derlenmiştir.

Tüm yorum, analiz ve değerlendirmeler yazarın siyaset bilimi perspektifine dayanan özgün içeriklerdir.

Makalede herhangi bir doğrudan alıntı veya telifli ifade bulunmamaktadır.

Yazar Hakkında :

    Aykut TEKER; Siyasal Bil. Fakültesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi ile Adalet Meslek Yüksek Okulu Hukuk programı mezunudur. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi alanında da yüksek lisans (Master) yapmıştır. Tez konusu “Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı” olup, bu alanda verilen ilk yazılı tezdir.

         Türk siyasal hayatı, seçmen davranışı, parti içi demokrasi ve toplumsal dönüşüm süreçleri üzerinde çalışmaktadır.

YENİ KURULAN PARTİLER NEDEN BAŞARILI OLAMAZ?
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Egedebirgun.net ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.